29 Aralık 2014 Pazartesi

Bursa Gölyazı'dan Yansımalar

Gölyazı, Bursa-İzmir karayolunda Uluabat gölü (Apollont gölü) kıyısında küçük bir yarımadada kurulmuştur. Tarihi, Roma dönemine kadar gider. Roma döneminden kalanları, evlerin temel taşlarında görmek mümkündür. Tarihi ve coğrafi orijinal özellikler taşır. Apollon Krallığı'nın merkezi olarak bilinir. Köyün başlıca geçim kaynağı günümüzde balıkçılık ve zeytinciliktir. Ayrıca her sene düzenlenen Leylek Şenliği vardır.





NASIL GİDİLİR:
Bursa’dan İzmir istikametine giderken Uluabat Gölü’nü gördükten 5 km kadar sonra Gölyazı tabelası görülüyor. Bu tabelayı gördükten sonra sola dönerek zeytin ağaçlarıyla çevrili güzel bir yoldan 5 km gidildiğinde Gölyazı köyü’nün girişine ulaşılıyor. İzmir tarafından Bursa istikametine gidenlerin ise gölü gördükten 25-30 km sonra tabelaları takip ederek sağa girmeleri gerekir.

1 Kasım 2014 Cumartesi

Manavgat Şelalesi

Antalya Manavgat Nehri ilçenin en önemli turizm kaynaklarından biridir. Irmak, kış aylarında bol su taşırken ilkbahar ve yaz mevsiminde az su taşıyarak bölgeye gelen turistlere doğal güzellik sunmaktadır. Nehir, üzerinde Manavgat’ın meşhur şelalesini barındırmaktadır. Manavgat Şelalesi, her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilmektedir. 






Şelaleyi gezmek için en uygun zaman ilkbahar mevsimidir. Ağaçların yeşermeye başladığı, çiçeklerin tomurcuklanıp çiçek açtığı mevsimdir ilkbahar. Ulaşım şehir merkezinden halk otobüsleri ile çok rahat olarak sağlanmaktadır. Gidiş 20 dakika sürmektedir.



29 Eylül 2014 Pazartesi

Sonbaharın Rengi:Atatürk Alboretumu

Arboretum ya da ağaç parkı, esasen ağaçlar ile ağaççık ve çalı gibi diğer odunsu bitkilerin yetiştirilmesine adanmış botanik bahçesidir. Böyle bahçeler bilimsel araştırma ve gözlemler için kullanılmakla birlikte, çeşitli canlı ağaç türlerinin derlemini (koleksiyonunu) barındıran birer müzedir. Bunun dışında, bir botanik bahçesinde bulunan ve ağaç, ağaççık ve çalıların dikimine ayrılmış olan bölüm de "arboretum" olarak anılabilir.










Nasıl Gidilir:
Ulaşımın da bir hayli kolay olduğu Atatürk Arboretumu’na giriş için haftaiçi siviller 4 TL , öğrenciler 2 TL; haftasonu ise siviller 10 TL, öğrenciler de 5 TL gibi cüzi bir miktarda ücret ödüyor.Atatürk Arboretumu‘na ulaşmanız için size önerebileceğim en hızlı yol; metro ile Hacıosman durağına gelip, Bahçeköy otobüslerine binmeniz olacaktır. Kemerburgaz Yolu isimli otobüs durağında inip, birkaç dakikalık kısa bir yürüyüş yaparak ulaşabilirsiniz









13 Eylül 2014 Cumartesi

Onun Bedeni Onun Kararı


İleri demokrasi ile yönetilen ülkelerde her zaman her kesimin ihtiyacının karşılanması gerektiği görüşünde bulunmuşumdur. Kimse,kimsenin tercihlerini ve farklılıklarını kısıtlama yoluna gitmemeli,aksine o farklılıklar ve tercihle bir zenginlik olarak  görülmelidir.Bu düşüncelerimden yola çıkaran Antalya'da kadınlara yönelik pozitif ayrımcılığın bir sonucunda gerçekleştirilen bu projeye destek veriyorum.İsteyen gider burada daha özgür bir şekilde denizine girer, isteyen de Turizmin başkenti olan Antalya'mızın çeşitli alanlarında denizine girer.
Yapılan bu çalışmalardan farklı anlamlar çıkartılması son derece üzücü ve kutuplaştırıcı olmaktadır,herkes öncelikle olarak başkalarının temel hak ve özgürlüklerine saygı duymalı.Bu bir inanç meselesi değil bu bir insan olmanın verdiği kişilik meselesidir...









1 Temmuz 2014 Salı

İSTANBUL'UN ARKA BAHÇESİ BALAT

Bu haftaki durağım İstanbul Balat… Balat, İstanbul’un gezilmeye değer en önemli mahallelerinden birisidir. Eskiye dair her şeyi orada bulabilirsiniz; kapı önü muhabbetler, sokak arası futbol oyunları, köylerin mini marketleri olan bakkallar, dışarıya çıkmış soba borusundan duman tüten renkli evler ve okşamaya ve sevmeye hatta onlarla oyun oynamaya fırsat ayırabileceğiniz minik çocuklar…

Bütün bu güzellikler bu şehre ait. Tam da özümüzden yavaş yavaş kopmaya başladığımız şu günlerde bu güzellikler fazlası ile görülmeye değer. İsterim ki bu güzellikler hep bu şehre ait olarak yaşasın. Bazı yerde kültürel kopuşlar yaşanırken bir yer de bizi o kopuşlardan kurtarsın. İstanbul denilince akla belki buralar gelmeyebilir; çünkü buralar mahalle sakinleri hariç terk edilmiş durumda. Mahalle aralarından geçerken ister istemez çok faklı duygular hissediyorsunuz. 





İpe elbise asmayı ve asılan elbiselerin çalınmasını en son Kemal Sunal’ın oynadığı filmlerde görmüştüm galiba. Elbette şimdi elbise çalan yok; ama yüksek binaların balkonlarından kurtulamayan elbiseler, burada bazı mahalleli tarafından uygun yerlere asılarak kurutuluyor.


Ve en önemlisi sevmeye ve vakit geçirmeye doyamayacağınız mahalle arası çocukları... Çocukların tebessümleri arasında geçiyor seyahatiniz.Onların siz fotoğraf çekerken , "Beni de çeker misin?" gibi bakışları sizin onları çekmenize ve onları mutlu etmenize yetiyor da artıyor da. 

Son olarak Balat’ın tarihi hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Balat, stanbul tarihinde Balat'ın özel önemi, İspanya'dan gelen Yahudilerin buraya yerleştirilmesi ve yakın zamanlara kadar buranın başlıca Yahudi mahallesi olarak varlığını sürdürmesidir. Ayrıca Yahudilerin Balat çevresine yerleşmeleriGürcistan Yahudilerini de bu bölgeye çekmiştir. İspanya'da Engizisyon'dan kaçan Sefardim kolundan Yahudiler II. Bayezid'in davetiyle İstanbul'a gelmişlerdi. 
Balat Yahudileri 1950'lerden itibaren İsrail'e göçmüşlerdir. Kalanlar da şehrin başka semtlerine taşındıklarından Balat'ta çok az sayıda Yahudi kalmıştır


27 Haziran 2014 Cuma

Antalya/ Perge Antik Kenti

Perge , Antalya'nın 18 km doğusunda, Aksu ilçesi sınırları içinde bulunan, bir zamanlar Pamfilya Bölgesine başkentlik yapmış antik bir kenttir. Şehirdeki akropolisin Tunç Çağı döneminde kurulduğu düşünülmektedir.Helenistik dönem boyunca şehir eski dünya içerisindeki en zengin ve güzel şehirler arasında sayılmaktadır.Ayrıca Yunan matematikçi Pergeli Apollonius'un memleketidir.




TİYATRO

Cavea (Seyirci oturma yerlerinin bulunduğu alan), Orkestra ve Scene (Sahne) olmak üzere üç ana bölümden oluşur.

Sütunlu Cadde
Akropol eteğinde çeşme(nympheum) ile yerleşim arasında uzanır. Ortasında 2 m. genişliğinde bir su kanalı caddeyi ikiye ayırır.

VODAFONE İSTANBUL MARATON

Bu yıl 35’incisi düzenlenen İstanbul Maratonu’na ilgi yine büyüktü. 7’den 77’ye binlerce İstanbullu ve yurt dışından gelenler maratondaki yerlerini aldı.





GEZİ'DEN GERİYE KALANLAR.

31 Mayıs 2013 tarihinde başlayan ve yurdun büyük bir bölümüne yayılan Gezi Parkı eylemlerinden geriye bu görüntüler kaldı. Burası Şişli Hacıosman Caddesi.
Taksim Meydan

Yayalaştırma çalışmalarında kullanılan makinelerin çeşitli gruplar tarafından zarar görmesi.

Gezi Parkı'nda ücretsiz yiyecek ve içecek dağıtan bir grup.

Gezi Parkı'nda polis bariyerlerinin kişiler tarafından dağıtılması.

Taksim Meydan-İş Makineleri


24 Haziran 2014 Salı

PARDON'lLARIMIZ AZ OLMASI DİLEĞİ İLE



Ermeniler 24 Nisan 1915’te meydana geldiği iddia edilen olaylarda hayatını kaybedenleri, yurt içinde ve yurt dışında çeşitli anma törenleri ile anarken,biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak kaybettiğimiz vatandaşlarımız için mesaj yayimlamaktan öte ne yapıyoruz. PARDON ,PARDON "HEPIMIZ ERMENİ"ydik .

 Ermeniler haksız oldukları konuda hem ulusal hem de Uluslararası medyayı harekete geçirirken, biz ne yapıyoruz. PARDON PARDON PARALEL ILE MÜCADELE EDIYORUZ!!

Ermeniler bir avuç toprak ile bir avuç insan ile Amerika'da etkili bir lobi yaparken biz ne yapıyoruz.Lobimizi ve gücümüzü kendi kişisel çıkarlarımız üzerine kurmaya çalışıyoruz. Devletimizin kendi menfaatini ve çıkarını daha öne çekmiyoruz. 

 Ermeniler tarih profesörlerine kendi kaynaklarından çıkardığı belgeleri teslim ederken, biz ne yapıyoruz.  PARDON BIZ dünyada en az kitap okuyan toplumuz. Çünkü her türlü sonucu bizi ilgilendiren konuda bile millet olarak tam bir fikir birliği oluşturmuş değiliz. Hayatı bugünden ve yarından ibaret olduğunu düşünen, günlük çıkar ve menfaatler ilişkisi ağı içinde yaşıyoruz. Hayatta atılan bir adımın yıllarca izinin kalacağının muhasebesini yapamıyoruz. 

9 Haziran 2014 Pazartesi

TOPLUM VE REKLAM

Yaşadığımız toplumun her anında hepimiz her gün yüzlerce reklam imgesi görürüz. Karşımıza bu denli sık çıkan başka bir imge olmadığını düşünüyorum.

Tarihte hiçbir toplum böylesine kalabalık bir imgeler yığını,böylesine yoğun bir mesaj yağmuru görmemiştir. Özellikle dijital bir çağda yaşadığımız şu dönemde gözlerimizi ne tarafa çevirsek bir reklam imgesi ile karşılaşmamamız mümkün değil.
Insan bu mesajların ne kadarını aklında tutar ne kadarını tutamaz bu tartışılır bir konu. Ama yine de okumadan,görmeden edemez. Mutlaka verilen reklamdan bir anlam bir gelecek bir geçmiş çıkarmaya çalışır.

Tecimsel reklamların bitmesini beklerken televizyon reklamları çarpar bir anda gözlerimize. Birinden kurtulmadan birinin kurbanı olur zihnimiz. Hiç durmadan yenilenip durmaları, zamana uydurulmaları bakımından  da anlıktır reklam imgeleri.  Biz dururuz ama onlar durmak bilmez. Gazete sayfalarında,dergi içeriklerinde,dizi aralarında ve afişlerin üzerinde... Hayatımızın her anındadırlar. Rahat nefes alamayız.

Reklamın insana özgür seçme hakkı verdiği sanılır. Firmaların adeta en iyisini yapmaya çalışmak için savaştıkları,küçük savaş alanlarıdır reklamlar. Her firma kendi ürününü en iyi şekilde tanıtmaya ve en fazla kitleye ulaşmayı amaçlar. Peki, gerçekten reklamlar bize özgür seçme halkı sunuyor mu? Bu soruya kısmen de olsa belki evet cevabı verilebilir.

Evet,reklam size yeni bir nesne alarak,sizin bir bakıma daha zenginleştirecektir, her ne kadar onu almak için paranızı verip biraz daha yoksul duruma düşecek olsanız bile! Küreselleşen ekonomi dünyasında cebimizden çıkan para için çok üzülmeyiz,çünkü almış olduğumuz nesne ile insanlardan bir adım daha önde olduğumuzu hissederiz...

Aldığımız ürünler sayesinde kıskanılmayı isteriz. Çünkü bir reklâmın en önemli amacı kurbanının diğerlerinden üstün göstermek ve diğerleri tarafından kıskanılıyor olmasını sağlamaktır. Reklamcılık çekicilik üretme sürecidir...

Reklam sayesinde aldığımız nesne, egomuzu biraz daha tatmin edebiliriz. Toplum içinde baskın duygularımızı biraz daha üste çıkarabiliriz. Bir süre önce afişte görüp de aldığımız nesneyi artık kendi üzerimizde reklamını yaparız. Bir bakıma artık bizde bir reklam imgesi oluruz. Bir zamanlar eleştirdiğimiz ama sonunda dayanamayarak paramızı verdiğimiz nesnenin en önemli tanıtıcı imgesi biz oluruz. Bütün imkanlarımız ile tanıtıcı reklam oluruz. Artık nesne afişlerden bizim üzerimize yüklenmiştir. Endüstriyel aşık olma yolunda adıma dım ilerleriz.

Bir toplumu anlayabilmek o toplumun afişlerinde asılı olan reklamları anlatmaktan geçer. Çünkü,bir reklam bir toplumda olan ihtiyaca göre hazırlanmıştır. Reklamın dili toplumun hafızasını yansıtır bir bakıma. Reklamın sunduğu görsel etki, toplumun geleceğe bakışındaki aynadır aynı zamanda. Çünkü reklamda ya gelecek vardır ya da geçmiş. Geçmişler, geçmişte kaldığı için reklamlar her zaman geleceğe göre dizayn edilmiştir.

Reklam, bir toplumun değerlerinden uzaklaşmasında en önemli etkendir. Çünkü reklam demek yenilik demektir. Reklam üzerinde eskiye ve eskiyecek olana kesinlikle yer yoktur. Reklam,her zaman kişiyi toplumdan bir adım daha öne taşımayı amaçlar. Kişi, bir adım daha öne çıkarak geçmişine bir Kılıç darbesi daha saptamıştır.


Elimiz verdiğince, dilimiz döndüğünce bir şeyler anlatmaya çalıştım. Umarım,siz değerli dostlarımın bakış açılarına bir damla da olsa zenginlik sunmuşumdur.

Saygı ve Sevgiyle Mutlu Kalın... Vesselam.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Doğa ve Biz




       Bir bahara daha merhaba dedik. Ağaçlar açtı, kuşlar yuvasından çıktı, güneş bulutlu günlerin kasvetinden kurtulup içimizi ısıtmaya başladı. Baharın yemyeşil huzuru gönlümüze tekrar merhaba dedi. Yalnızlığımızın arkadaşı olan hayvanlar o soğuk kış gecelerinin ardından tekrar bizim yolumuza çıkıp yalnızlığımızı paylaşmaya başladı.       Bulutlu kış gecelerinin ardından, yıldızlar yine merhaba dedi. Bir kış boyunca evine kapanan âşıklar, tekrar yıldızların göründüğü en güzel yere demir attılar. Birbirlerine bakarak, yıldızları şahit tutarak, yeniden aşklarının mevsimlik şarkısını dillendirdiler. Aşkın en önemli yeri olan o tanışma faslını tekrar tekrar anlattılar. Yıldızlar onlara baktıkça onlar yıldızlara bakıp sessizce konuştular.       

Ağaçlar yeniden yaprak açtı, güller yeniden tomurcuk verdi. Bilmiyorum, sizin hayatınızda hiç size ait bir ağacınız oldu mu? Eğer oldu ise şimdi o ağaca misafir olmanın tam zamanı... Çünkü siz onu en son karla karışık bir yağmur sonrası terk ettiniz. Kışın sert iklimi karşısında onu yalnız bıraktınız. Yeşilini sevdiğiniz kadar kuru yaprağını sevmediniz. Ama şimdi o tekrar size kollarını açar gibi yapraklarını açtı ve size "hoş geldin" demeye hazır. Lütfen onu olduğu gibi bırakın; üzerine isminizin baş harfini ya da sevdiğinizin ismini yazmayın. Ne olur onun üzerine kalp yaparak, onun kalbine bir hançer saplamayın, unutmayın onun da bir kalbi var. Kalpler ancak birbirini sevdiği sürece âşık kalır.    

İstanbul…Bahar…Ve baharın içinde kediler... Kediler İstanbul’un en önemli simgelerinden biridir. İnsan bazen yakınında bulamadığı dostluğu bir kedide bulabilir. Onu kucağına alıp, okşayabilir, uzun bir kış uykusundan sonra ona sımsıcak kucağı ile baharın müjdesini verebilir. İstanbul’da bahar kedisiz, kedi baharsız olmaz. Yeşil bir doğanın içinden rengârenk gözleri bir başkadır onların. Biz ve kediler daima bir dostuz ve hep dost kalmaya mecburuz. Çünkü biz ve kediler bu şehrin ortak sahipleriyiz.
     

 Bak ne güzel açtı ağaçlar... Kuşlar geri geldi ve ötmeye başladı... Bir fotoğrafa binlerce liramızı verirken bir doğaya karşı bir fotoğrafın değerini yıllarca saklarız biz.Bunca şeye rağmen neden bu doğa katliamı. Söyler misin? Bu dünyayı doğa güzel kılarken neden biz doğa karşısında sürekli çirkinleşiyoruz?             

Biz insanoğlu hep değişiriz... Bu bizim doğamızda vardır. Biz değişmekle kalmaz hep değiştirmek isteriz. Sürekli bir yerlerde bizim ayak izlerimiz olsun isteriz. Doğa bizim egomuzdan büyük ve güçlü olmasına rağmen biz onu hep küçük egolarımıza ve acımasızlığımıza kurban ederiz. Sahiplik kültürümüz yoktur bizim. Bir ağaç insanlığa binlerce yıl gölge yaparken biz ona 20 yıllık hayatımızda iyi bir bekçi olmayız. Biz zavallı ve ahmak insanlar, en acımasız doğayı hep kendimize düşman ilan ederiz. Bir ağacın, bir dalın, bir yaprağın kıymetini bilmeyiz. Bir kitaba milyonları verirken bir ağacın milyonlarca kitap olduğunu unuturuz. Biz, dar kalıplarda yaşayan insanoğlu, doğaya hep bir kalıp vermeye çalışırız.              

Huzurlu ve mutlu bir bahar ve yaz dönemi diliyorum. Sevdikleriniz ile mutlu yarınlar geçirin inşallah. Dilim döndüğünce bir şeyler anlatmaya çalıştım.  Bu güzel bahar gününde vaktinizi çaldım ise hakkınızı helal edin. Vesselam...


x

19 Mayıs 2014 Pazartesi

KİMİN DUA ETME HAKKI VAR

Soma'da yaşanan maden kazanası sonrası herkes yer yerde acısını belli eden tepkiler verdi. Ama en güzel ve en acı tepkiyi de maden de hayatını kaybeden madencilerin yakınları ve arkadaşları verdi. Bu acılı günde dua etmeye herkesin hakkının olmadığını gördüm. Başta dua samimiyet ister, başta dua derin bir inanış ister. Duada amalara kesinlikle yer yoktur. Dua bir vicdanın sesinin yaradana iletilmesidir. Vicdanımızda ve kalbimizinde olmayan bir şey için samimi olmayız. Maden kazasında hayatını kaybeden acılı insanların en çok hakkıdır dua etmek. Ve bir de olanlara tepki gösterip gözyaşlarına hakim olamayan insanların hakkıdır dua etmek. Bu acı olay karşısında tek bir zümrenin dua etmeye hakkı olmadığını düşünüyorum. Onlar bu acı olayı izleyip de hala bir sorumlu bulamayan kişiler. Onlar, tarihimizdeki bu acı olay karşısında partizanlık yapan kişiler. Onlar vijdanları ile akıllarının arasına sıkışıp kalan çıkarlarına sarılan kişiler.Onalr kazada ihmal var deyip cümleye "AMA"lar ile devam eden kişiler. Onlar gözler önünde yaşanan bu acı olaya duyarsız kalanlar için tek kelam etmeyen kişiler. Onlar kısaca vicdan damarları susuzluktan kuruyan kişiler.

Yazık çok yazık... Size değil benim dinimin sömürü haline gelmesine çok yazık. Yazık ki ne yazık. Annem babam bana dini böyle öğretmedi. Yazık ben efendimin örnek hayatından adaleti böyle öğrenmedim. Ben onun bir kişi karşısında yargının açıp gel işte bende olan hakkını al diyerek karşısındaki müslümana bakışını hayal ederken, hayalimi saptırmalardan utanmaya başladım. Adeler neydi nereye geldi...

ÖZÜR

 "Halkın hayatından ve güvenliğinden sorumlu bir devlet başkanı olarak insanların çektiği acılar için yürekten özür diliyorum" Bu sözler Türkiye'de 301 vatandaşımızın hayatını kaybettiği maden kazasının ardından yapılmadı. Bu sözler, Güney Kore'de hayatını kaybeden 300 vatandaşın ardından geldi. Ki daha önce başbakan istifa etti. Maalesef bizim siyasi parti temsilcilerimizden bir özür gelmediği gibi hayatını kaybeden insanlarımızın alın terinden sorumlu bakan ve bakan
yardımcılarımızdan da bir istifa gelmedi. İşte bizdeki demokrasi ve insan hakları ile başka ülkelerde olan demokrasi ve insan hakları...

İSTERDİM Kİ
Türkiye tarihinde en büyük maden kazasını yaşadı ve 301 işçimizi göz göre göre maden ocağında ölüme gönderdik. Yaşanılanlar karışısında bütün ülke yasa boğulduk!!! Diye düşünüyorum ki duyarlı bir toplum olduğumuz her türlü anlaşılıyor. SMS ile duaya davet ediyoruz... Facebook üzerinden fatiha okuyoruz... yardım kuruluşları olarak yarışır mahiyette yardım miktarları açıklıyoruz...

Isterdim ki millet olarak bir fon kuralım ve orada hayatını kaybeden vatandaşlarımızın geride bıraktıkları ailelerine bundan sonra maddi manevi desteğimizi hissettirelim...
İsterdim ki  tomanın ve polisin olmadığı bir yerde sağduyulu bir şekilde bütün vatan bir araya gelip anma töreni yapalım...
Isterdim ki ülke olarak bir kamuyoyu oluşturalım ve sorumlular kim ise sonuna kadar yargılansın...
Isterdim ki en azından sorumlu bakan ve bakan yardımcıları istifa etsin ve hiç olmazsa ülkemizde vicdan mekanızmasının işlediğini görelim...

ÖZEL BIR GÜN İLAN EDELIM
Ve en önemlisi isterdim ki bu acı kazayı yaşadığımız gün, Türkiye'de Özel bir gün ilan edilsin ve her yıl o kardeşlerimizi analım ve bir daha bu tür kazaların olmaması için özellikle de her 13  Mayıs'ta madenlerdeki hayat standartlarını tekrar tartışalım. Ama biz ülke olarak insana en az değerin verildiği bir ülke konumundayız. Keşke insanı yaşatsak da devlet onunla beraber yaşasa. Keşke devletin imkanları insalar için köle olsa da insanların alnının teri devlet için intikam olmasa.

Vesselam.




17 Mayıs 2014 Cumartesi

Biz Susalım Onlar Konuşsun(2)




Bayram Çakan, "Yarım saat duman içinde durduk. Bu arada bayılanlar, fenalaşanlar oldu. Kelime-i Şehadet getirenler vardı. Elbette umutsuzluğa kapıldığımız oldu, çünkü bir çıkış yolu olmazsa 2 dakika içinde öleceğimizi biliyorduk. Çıkmasaydık, orada kalacaktık. Sonra bir başka amir, yol gösterdi. Geldiğimiz yere döndük. Kimi düştü bayıldı, ben hızla dışarı çıktım. Çok şükür çocuğuma kavuştum" dedi.
Özcan Cüce,"Yangın vardı ondan dolayı oldu. Temiz havadayken olduğumuz bölgede 143 kişiydik. Aşağı yukarı 70-80 tanesi kaldı o bölgede. Diğer bölgeleri bilmiyoruz. Basınçlı havaları kestim onunla durdum 4 saat. Dua edip durduk. Yapacağınız başka bir şey yok çünkü. Amirler bizi yanlış yönlendirdiler hep. Havanın geldiği kısma yönlendirdiler. Havanın geldiği yönden girince komple kaldı arkadaşlar. İleri geri kaçanlar kaçtı, kaçmayanlar bir şekilde kurtuldular. Geriye dönüyorlar, geldikleri istimakete geri dönüyorlar, öyle kurtuldular. Tam terse gidenler kurtulamıyorlar. Ocaktan çıkıyorduk, havaya denk geldik. Ne ileri gidebildik ne geri. Yardımı nereden isteyeceksin? Kimden isteyeceksin? Telefonlar çekmiyor. Ortada biziz. İleri-geri. 800 kişi falan vardı madende. Herkes bölüm bölüm, ayrı ayrı. Bizim olduğumuz yerde erken çıkanlar hariç 143 kişi saydılar. Ben dolaştım, bant yanıyordu. Yangını söndürmediler. Biz tekrar geri döndük havalandırmaya geri döndük. Maske taktık, nefesimizi tuttuk. Havanın önüne attık kendimizi, havayı kestim. 15-20 kişi gittiler dedim ki, gitmeyin dumanın üzerine gidiyorsunuz dedim. Hepsi yanımdan geldiler geçtiler bir tek ben kaldım. Onların hepsi orada kaldı."
Bayram Çakan,"Saat 15.00'te vardiya değişimi oluyordu. Benim de vardiyam bitmişti, çıkıyordum. O sırada vardiyası başlayacak arkadaşlar geldi. Saat 14.50'de amirlerden biri 'Duman var' diyerek bizi uyardı. Yukarı geçirmediler. Maske taktık, 45 dakika bekledik. Sonra duman olmayan bir yere geçtik. Oraya da duman gelmeye başlayınca arada sıkıştık. Yarım saat duman içinde durduk. Bu arada bayılanlar, fenalaşanlar oldu. Kelime-i Şehadet getirenler vardı. Elbette umutsuzluğa kapıldığımız oldu, çünkü bir çıkış yolu olmazsa 2 dakika içinde öleceğimizi biliyorduk. Çıkmasaydık, orada kalacaktık. Sonra bir başka amir, yol gösterdi. Geldiğimiz yere döndük. Kimi düştü bayıldı, ben hızla dışarı çıktım. Çok şükür çocuğuma kavuştum" dedi.(HaberTürk)Uğur Karabulut, "Bir anda her tarafı duman kapladı. Aşağıda bulunanların hiçbiri yukarıya çıkamadı. 'İmdat' sesleri birbirine karıştı. O anda oradan aldıklarımızı dışarı çıkardık, ama daha derinde olanları alamadık." dedi.Hakan Arık, "1.5 yıldır bu ocakta çalışıyorum. Vardiyam bittiği için dışarı çıktım. Ben çıktıktan 20 dakika sonra bu olay oldu. Şans eseri kurtuldum. İşim bittiği için çıktım, görevimi yapmıştım" dedi.


Biz Susalım Onlar Konuşsun (1)

Soma'da yaşama maden kazası sonrası herkes konuştu onlar sustu ya da susturuldu. Onlar derdini anlatacak ne bir görevli ne de anlattıklarını kamuoyuna duyuracak gazeteci bulamadı. Aslında onlar bütün ülkenin yüreğini yakan maden kazasının nasıl meydana geldiğini çok iyi biliyorlardı. O yüzden fazla söze gerek yok biz susualım onlar konuşsun.
Mehmet Ali Dinçer: "Ocakta patlama oldu sizleri güvenli bir bölgeye götüreceğiz" dediğini söyledi. Dinçer, şunları anlattı: "Yürümeye başladık. Ne kadar yürüdüğümüzü hatırlamıyorum . Belirli bir mesafeden sonra bulunduğumuz bölgeyi duman bastı. Yürüyemez olduk. Bunun üzerine kalın hava borularını testere ile kestik. Bu arada ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum, bu defa amirlerimiz, ’Mekanize denilen ayak içine gideceğiz orada temiz hava var’ dedi. Toplam 142 kişi oraya indik. Gerçekten de burada temiz hava vardı. Ama bir süre sonra o bölgeyi de duman bastı. Kimse hareket edemez oldu. Çoğu arkadaşım bayılmaya başladı. Bazı arkadaşlarım da dua edip, teyemmüm abdesti almaya başladı.

İçimizden namaz kılmaya başlayan bile vardı. Acı feryatlar bağırışmalar vardı. İlk duman geldiğinde maskemi takmıştım. 45 dakika koruma özelliğine karşın, maskemi hiç çıkarmadım ’Ölürsem, maskeyle öleyim’ dedim. Maske burnumu acıtmaya başlayınca, 1.5 dakika kadar çıkardım. Bu kısa sürede aldığım zehirli hava içimi yakmaya başladı. Herkeste ’Burada öleceğim’ yönünde feryatlar vardı. Dua edenlerin sayısı artmıştı. Kimi anne babasına, kimi de çocuklarına kavuşmak için dua ediyordu. Bu arada birkaç vardiya amirinin bayıldığını gördüm. Bir ara üşümeye başladım, içeriye
aşırı soğuk hava geldi. O an içeri temiz hava verilmeye başladığını anladım. Hava iyice soğumaya başladığında bir arkadaşımız yanıma gelip, ’İyi misin?’ işareti yaptı. İyi olduğumu söyleyince, ’Haydi çıkıyoruz o zaman’ dedi. 142 kişiden sadece 6 kişi kalmıştık. Yerdekilerin üstüne basa basa yukarı çıkmak zorunda kaldık. Biraz yukarı çıkınca yine daha önce boruları deldiğimiz yere ulaştık. 2 dakika burada kalıp, yine yürümeye başladık. ’Düz ayak’ dediğimiz yere geldiğimizde kurtulduğumuzu hissettim. O an, kendime ’Bu bölgede 3 gün de kalsak ölmeyiz’ dedim. Kurtulacağımıza inancım artmıştı. Öyle de oldu."

"Elektrik teknikeri arkadaşım Ergun Sidal, 17 gün önce vardiya amirlerine, ’Bu kablo panoyu taşımaz. Mutlaka bir arıza olacak ve faciayla sonuçlanacak’ dediğini duydum. Arkadaşım bize sürekli, ’Hepimizin ölümü burada olacak. Bir gün hepimizin buradan cenazesini çıkaracaklar’ duyordu. Dediği gibi de oldu. Facia ile sonuçlandı" (dha/Cevdet ŞEN)





16 Mayıs 2014 Cuma

INSANI YAŞAT KI DEVLET YAŞASIN

Millet olarak tarihte çok acılar gördük biz. Biz belirli dönemlerde,belirli acılar ile hep imtihan olduk. Eminim yaşadığımız acılar son olmayacak ve biz yaşanılan açıları yine unutacak ve maalesef yine acılar yaşayacağız. Biz acılara alışığız. Biz acılar karşısında birbirimize sahip çıkmasını da çok iyi biliriz. Biz millet olarak hep böyle olduk. Tek kolumuz olsa da onu Antalya'dan Sinop'a, Edirne'den Kars'a uzatmasını hep yaptık. Bu kez acı çok farklı. Bu kez yaşanılanlar çok farklı. Bu kez insan yaşanılan acıları kabul edemiyor. Kabul edemiyor çünkü bu kez acılar ihmaller ile süslü,kabul edemiyoruz çünkü bu kez acılar yüreğimizi bir başka dağlıyor. Bu ülke 30 yıl boyunca PKK terör örgütüne hayatının baharında 30 bin insanı şehit verdi. Hepsini de "vatan sağolsun,yine olsa yine göndereceğim" diyerek hafızalara attı, peki ya bu kez... Bu kez kendimiz kendimizi nasıl ikna edeceğiz. Bu kez bir maden gibi yana yüreğimize nasıl su dökeceğiz,geri de kalan evlatları nasıl baban bir maden kazasında şehit düştü diyeceğiz. Ona bunun hikayesini nasıl anlatacağız. Bana devletin kapitalist sistemine kurban gitti oğlum nasıl diyeceğiz. Çocuğunu alıp kocasının mezarının başına giden annenin göz yaşına nasıl dur akma diyebileceğiz... Maalesef bunların hiçbirine teselli edecek cümleler ve sebebler bulamayacağız. Maalesef bir maden ocağından daha fazla yanan o ailelerin ocağında yanan evlere utancımızdan asla giremeyeceğiz. Onlar bir çizmesine altın gibi değer biçip onlara sarılırken biz onları elimizde bin çizmeye bedel telefonlarımız ile nasıl anlayacağız..
Bu kez bambaşka bir acı var karışımızda... Maden kazasında kurtulan bir işçi kardeşim içeride ölüm ile kalım arasında yaşadığı 3-5 dakikayı hafızalarıma hiç unutmayacağım şekilde şöyle kazıyordu.
"100-150 kişiye yakın çalışan vardı.Gaz maskemi taktım ve yere yattım. Ölüm ile kalım arasında bir gelip bir gittim. Bir kaç dakika sonra kurtarma ekipleri geldi ve kalkın gidiyoruz dedi. Kalktım ve çevremde onca yerde yatan işçi kardeşlerime seslendim. Kalkın gidiyoruz."

İşci kardeşimin tam da bundan sonra dediği o kadar hüzün ki o kadar acı ki gercekten bunu bu yazdıklarım anlatamaz. Bunu onun gözlerinden bir kez daha dinlemez lazım. Ve şöyle devam etti sözlerine." Kalkın gidiyoruz dedim ama kimse kalkmıyordu. 15-20 kişinin kalktığını gördüm. GERI
 KALAN HERKES YATTIĞI YERDE ÖLMÜŞTÜ" işte en acı cümle burası.

Bu olayı hangi devletyardımı silecek hazırlardan. Hangi bakan yada bakan yardımcısının istifası unutturacak geçmişten. İşte bizim bittiğimiz nokta. Dedim ya bu kez yaşanılanlar çok farklı. Bu kez yaşanılanların hepsi ayrı bir roman hepsi Roma'nın içinde ayrı bir hikaye. Yaşanılanları,yaşamayanlar hariç herkes en kısa zamanda unutacak biliyorum. Biz her insanımızın yarasına merhem olmasını biliriz bilmesine de ya bir gün merhem de tükenirse. Ya bir gün bu acılara olan duyarlılığımız maden ocağında yanam kömür gibi yanıp tükenirse... Bu kadar çok acıyı hak ediyor muyuz biz. Kader deyip geçelim mi? Tedbir kaderden önce gelmez mi? Öyle dememiş miydi Allah resulu ," önce deveni bağla, sonra tevekkül et"

Inşallah Soma'da solan güller bu ülkede solan en son güller olur. İnşaAllah her evin bahçesi ebediyeten hep beyaz olur. İnşaallah ülke olarak bir daha toplu yas tutmayız. İnşaAllah son olur son olması için tedbiri bol olur.
Soma'da  hayatını kaybeden kardeşlerimin mekanı cennet olsun. Rabbim ailelerine sabır versin. Evli
olana, yoksul kalana, öksüz kalana kendi sabır kapısını sonuna kadar açsın. Biz onların kapısını açıp kurtaramadık Rabbim on kardeşlerime kapısını sonununa kadar açsın ve onlara bu acılar. Karşısında kendisine teslimiyet versin. Rabbim kimseye bir daha böyle bir acı yaşatmasın.









6 Mayıs 2014 Salı

HIDIRALLEZ BAYRAMINDAN RENKLİ GÖRÜNTÜLER

Hıdırellez Bayramı, dün Ahırkapı'da Romanlarla kutlandı.Bolluk ve bereketin simgesi, baharın müjdecisi olan etkinlik Kumbara Ahırkapı Müzisyenler Derneği ve Kumbara Sanat Atölyesi tarafından ortak düzenlendi. Kutlamaya katılım ücretsizdi ve ihtiyaçlar mahalleli tarafından karşılandı.




Kutlamalara,havanın yağmurlu olmasına rağmen büyük katılım gerçekleşti. Sabahın geç saatlerine kadar süren eğlencede vatandaşlar,bol bol roman havası oynayıp,eğlendiler.

Bir yadan vatandaşlar diğer yandan da davul ve zurnacılar kendi yeteneklerini sergilediler.Kutlamaların ritmini adeta davul ve zurnacılar tuttu. Halk zurnacılara hem teşekkür etti hem de onların sunduğu ritm karşısında doyasıya eğlendiler.


Diğer yandan kutlama alanına yapılan dilek duvarı katılımcılar tarafından büyük ilgi gördü.Bir çok katılımcı küçük kağıtlara yazdıkları bu dileklerini duvara asıp fotoğraf çektirdi.


Kutlama alanında bulunan mahalle halkı, gelenlere yaptıkları süs ve oyuncak eşyalarını satıp ekmek paralarını kazandı. Satılan eşyalara yabancı turistler büyük ilgi gösteri.Turistler hem mahalle halkının gönlünü fetih etti hem de gönlünce eğlendi.